Mevlana Celaleddin-i Rumi’de MANA-SURET perspektifi

İnsan, doğuştan itibaren edindiği bir anadili temel alır gündelik yaşamında, ancak onun nasıl birşey olduğunun veya mekanizmasının pek de bilincinde değildir.

Cihân – ârâ cihân içindedir, arayıbilmezler

O mâhiler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler

(Hayali, Bilmezler)

Dil, ünlü filozof Heidegger’ e göre, varlığın sesidir. Doğu dünyasından da İbn-i Arabi, herbir sözü Tanrının kelamı olarak niteler. O’ndan başka konuşan yoktur evrende.

Çenge benziyorum, çıkardığım nağmelerden haberim yok.

İnsanın eylemlerinde, kendi istenciyle ve istenci dışında olanlar bulunmaktadır. Bu durumları en iyi dilbilgisel olarak, tümce içinde eylem-nesne ilişkisine konu olan çatı yapısı altında gözleyebilmekteyiz;

Yaz - dır - ıl - mak

eylem kökü - ettirgen eki - edilgen eki - mastar eki

Bu eklerin, bu şekilde sıralanmasının, insanın bilinçdışı veya bilinçaltı dünyasına yönelik bir uzanımının olması gerektir. Dilsel kategorileşme, düşünceye bir düzen getirir. Farabi’ye göre dilbilgisi ile mantık, yakından ilişkilidirler. Tüm olguları yöneten ve hükmeden mantık, dilin mantığı ile aynıdır. Bütün bu formlar, dil yoluyla zihne taşınırlar. Kısacası dili meydana getiren ifade unsurlarının arka planında bir felsefe, dil ile varlık arasında, bir karşılıklılık bulunmaktadır.

Yukarıdaki dilsel çatı düzeninin açıklanması, insanın aktüel yaşamındaki en önemli faaliyetlerinden biri olarak karar verme veya seçme faaliyeti açısından söz konusu olan ‘istenç’ ele alındığında ancak mümkün görünmektedir.

Hastalıktan titreyen elle, insanın kendi iradesiyle titrettiği el, ikisinin de hareketi Allah’tandır. Ancak ikincisinde, insanın iradesi de sözkonusudur. Hastadaki ise zorunludur. İnsanın seçimini, Allah’ın seçimi var etmiştir. Onun seçimi, yayanın üzerine binmiş at gibidir. Allah’ın ihtiyarı insanın ihtiyarını meydana getirmiştir.

Binicisi olmayan at, yol gitmeyi ne bilir? İnsan Allah’ın aleti, yapan Allah’ın elidir. İnsanlar, bayrak üzerindeki sembolik resimlere benzerler. Hareketleri rüzgarın, havanın etkisindendir.

Attığın zaman sen atmadın. (...attığında sen atmadın, atan Allahtı.../ (Kuran, 8/17) Okun atılışı sureten, biçimsel olarak öyle görünse de, öyle değildir. Biz yayız, oku atansa Allah’tır. Aciz oluş, zorunluluğun işareti, mahçup oluş da istence delildir. İstenç yoksa üzülme, utanma duygularının da olmaması gerekir.

Şöyle bir durumla karşılaşırız; İnsan istencinin üzerinde veya paralelinde veya onunla iç içe durumda bir bütüncül/öncül/üst istenç mevcut bulunmaktadır. Schopenhauer’a göre insan, istediğini yapabilir ancak istediğini isteyemez. Evren, insanın gücünü aşan bir niyet, plan doğrultusunda işlemektedir. İnsan, güncel yaşamı içerisinde farkında olmasa dahi göze görünmez büyükçe bir güç tarafından yönetilmektedir.

Gönlün her an başka bir dileği vardır. Fakat bu dilek kendisinden değildir, başka bir yerdendir. İnsan adeta su üzerindeki kase gibidir. Kasenin gidişi, kasenin dileğiyle değil, suyun dileğiyledir.

Rousseau, tüm davranışların temelinde özgür varlığın istencini görmüştür. İnsanın özgürlüğü, kendi davranışlarına yön vermesiyle ilgilidir ona göre. Oysa Spinoza’ya göre insan, kendi davranışlarını, takdiri ilahi, Tanrının istencini ortaya koyması olarak meydana geldiğini idrak ettiği takdirde, gerçek özgürlüğü anlayacaktır. Ancak hayalkırıklığı, beklentilerinin gerçekleşmemesi ya da istediği biçimde gerçekleşmemesi, insanı huzursuz eder. Bu da,

‘Ne için yaşıyorum?’

sorusuna bağlanır.

İnsan içinde bir biçimde boşluk duygusunu taşır. Ne yaparsa yapsın, tam anlamıyla tatmin olmaz. Olaylar yanından geçer gider, o da ya farkeder, ya da çoğunlukla farkına varmaz. İnsan davranışları, alışkanlık haline gelince otomatikleşirler. Alışkanlıklarda, gündelik tekrarlar arasındaki farklar gözardı edilirler. İnsan alışkanlıklara gömülmeyi sever gibidir ancak sürekli ‘düşünme’ye sevkedilmekte, sürekli; Düşün - dür - ül - mektedir.

Oysa alışkanlık, kısaltmaya, işlevselliği sağlamaya bağlanır, yani; Düşünmeme’ye. Peki insan ne zaman düşünür? Alışkanlığını yıkan bir durumla karşılaştığında. Olağanüstü bir durumda. Örneğin ‘hayal kırıklığı’nı, araştırma için önemli bir şans olarak görür Deleuze. Deleuze, düşünmeyi itkiliyen beklenmedik durumları, beklenmedik misafir biçiminde düşünür. Alışkanlıklar oluşturma yönelimindeki insan, ‘düşünmeme’ye yöneliktir. Ancak beklenmedik bir olay vs onu; ‘Düşün – dür – ür’.

Heidegger, beklenmedik olayları birer ‘hediye’ şeklinde takdim eder. İnsan, bir şekilde bu vesileler ile;

düşün – dür – ül – mektedir ‘Neden?’ diye.

Neden? sorusu, içinde bulunulan durumdan çıkış için bir üstdil arayışına, içinde bulunulan konumun üzerine veya dışına çıkmaya zorlar insanı. Ve ‘aşkın anlam’a doğru sürükler götürür.

0コメント

  • 1000 / 1000

Gunhan's Blackboard

ギュンハンの黒板